TARİHÖNCESİ DÖNEMDE AKSARAY
NEOLİTİK ÇAĞ
İç Anadolu yaylasında 980m. yükseklikte uzanan verimli Aksaray ovası Uluırmak/Melendiz(Aksu)nun suladığı volkanik yapılı bir arazide uzanır. Ova Melendiz, Büyük ve Küçük volkanik Hasandağı dizileri tarafından çevrilmiştir.
Hasandağı’nın zaman, zaman püskürtmeleri sonucu bazalt, andezit ve özellikle tüf gibi kayalar yörenin doğal görünümüne büyüleyici bir nitelik kazandırdığı gibi, eski kültürlerin yaşamlarında da önemli bir yapı taşı rolünü oynamışlardır.
Bütün bölgeyi kaplayan arazide oluşan peri bacaları, kayalar içindeki mağaralar, iskan kovukları Melendiz’in Kozdağı kanyonlarında kayalara oyulmuş kiliseler bunun birer kanıtını oluşturmaktadır.
Aksaray yöresinde büyük olasılıkla insanlar paleolitik Çağdan(Yontmataş/Eski Taş Çağından) yaklaşık yüzbinyıl öncesinden itibaren yaşamışlardır. Buna ait bazı belirtileri Güzelyurt çevresinden toplanan “Mousterien” ve”Aurignacien” karakterde yontma taştan obsidien aletler oluşturmaktadır.
Buzul çağının sert iklim koşullarında yaşamak zorunda kalan bu insanlara, bölgenin doğal kaya kovuklarını elverişli birer barınak teşkil etmiş olmalıdır. Buzul Çağının sonlarında Aksaray çevresinin önemli bir kısmı büyük bir pulivial (yağmur) gölle kaplanmış olduğu bilinmektedir. On iki bin yıl önceleri başlayan iklim değişiklikleri İç Anadolu yağmur göllerinin kurumasına yol açmıştır. Aksaray ovasının oluşması da bu dönemde başlamıştır.
Halosen başlarında, yaklaşık günümüzden önce 10 000 (M.Ö. VIII. Bin) yıllarında insan topluluklarının ilk kez bir yere sürekli olarak yerleşip, ilk köyleri kurdukları, ilk kez tarıma başladıkları, ilk olarak hayvanları evcilleştirmeyi başardıkları, insanlık tarihinde son derece önemli bir dönemdir. Neolitik Çağ kültürleri başlıca iki ana evreye ayrılmaktadır. Bunlar “Akeramik Neolitik (Çanak Çömleksiz Neolitik) ve “Keramikli Neolitik” (Çanak Çömlekli Neolitik) kültürler biçiminde tanımlanmaktadır. Aksaray İlinde Neolitik Çağ kültürlerine ait yerleşim yerlerini saptamak için en geniş kapsamlı araştırmalar 1964-65 yıllarında Ian Todd tarafından yapılmıştır. Daha sonra İstanbul Üniversitesi, Ankara Üniversitesi ve Japonya Orta Doğu Kültür merkezi ekiplerince bu bölgede arkeolojik yüzey araştırmaları yapılmış ve gerek Çanak Çömleksiz Neolitik’e, gerekse Çanak Çömlekli Neolitik’e ait çok sayıda höyük ve düz yerleşme yeri bulunmuştur. MÖ. 7000-6000 yıllarında Neolitik devirde Anadolu medeniyetinin önemli merkezlerinden birisi olan Konya yakınlarındaki Çatal höyükte yapılan kazılarda Hasandağı’na dolayısıyla Aksaray’a ait vesikalara rastlanmaktadır. Burada Hasandağı’nın lav püskürttüğünü tasvir eden bir duvara boyanmış duvar resmi bulunmuştur.
Aksaray İlinde Çanak Çömleksiz Neolitik Kültürleri temsil edebilecek yerler; Acıyer, Aşıklı Höyük, Çakılbaşı, Nenezi Musular, Yellibelen Mevkii, Sırçan Tepe, İninönü olarak gösterilebilir. Ayrıca aynı evreye ait çok sayıda obsidyen atölyesi (işliği) bulunmaktadır. Bu atölyelerde alet/silah yapımında kullanılan obsidyen kaynağından çıkarıldıktan sonra, çoğu kez yarı işlenmiş ürün haline getirilmiştir. Bu yarı işlenmiş obsidyenlerin, daha sonra değiş-tokuşa dayalı bir ticaret kapsamında yalnızca çevredeki yerleşmelere değil, aynı zamanda çok uzak mesafelere, Ürdün’deki Eriha yerleşmesine kadar gönderilmiş olduğu bilinmektedir. İlimizde Çanak Çömleksiz Neolitik kültürün temsilcisi 1989 yılından bu yana kazılan Aşıklı Höyük’tür.1996 yılında kazılmaya başlanan Musular yerleşmesi Aşıklı Çanak Çömleksiz Neolitik Kültürünün son dönemini yansıtmaktadır. Aksaray da Ihlara Vadi yerleşiminin bir uzantısı olan Aşıklı Höyükte yapılan arkeolojik çalışmalar Kapadokya Bölgesinin kerpiçten yapılmış ilk mahallelerini ortaya çıkarmıştır. Yerleşik yaşamın en güzel ve en karmaşık mimari örnekleri olan bu evlerin duvar ve tabanlarında sarı, pembe kil duvar sıvaları kullanılmıştır. Ölülerini evlerinin tabanlarına hocker tarzında, yani dizleri karınlarına çekik olarak gömmüşlerdir. Aşıklı Höyükte araştırma yapan Prof. U.Esine göre yerleşim yerindeki mahallelerin sıklığı, yapıların çokluğu Akeramik Neolitik evre için sanıldığından daha yoğun bir nüfusun varlığını göstermektedir. Höyükte ele geçen yüzbine yakın obsidiyenden yapılmış çeşitli aletlerin Anadolu da benzerleri yoktur. Taştan çok iyi bir şekilde işlenmiş yassı baltalar, kemikten bızlar, keskiler, bakır, akik ve çeşitli taşlardan yapılmış süs eşyalarının yanı sıra az pişmiş kilden figürünler de ele geçmiştir. Aşıklı Höyük araştırmacıları, bu höyükte ele geçen bir iskelete dayanarak dünyada bilinen en eski beyin ameliyatının (trepanasyon) 20-25 yaşlarındaki bir kadına uygulandığını belirtmektedirler.
.
KALKOLİTİK ÇAĞ
Akeramik ve Neolitik çağı takip eden tarih öncesi kültür dönemlerinden ilki Kalkolitik Çağdır. Kalkolitik Çağ, özellikle bakır madeninin,alet,silah,araç gereç yapımında gitgide çoğalan oranda kullanılması ile tanımlanabilir.yaklaşık 5900-3200 yılları arasına kapsayan bu dönemde ayrıca sabanın kullanılmasıyla tarımsal ürünlerde eskiye oranla üretim artmış,evcil hayvan sayısı çoğalmıştır.Artan nüfusla birlikte yerleşmelerin sayısı da artmıştır.Köyler gitgide büyüyerek kasabalara dönüşmüş, çanak çömlek yapımı ileri bir safhaya ulaşmış estetik ve sanatsal yönden oldukça ileri bir düzeye çıkmıştır.
Aksaray da yapılan kazı ve yüzey araştırmaları ile Kalkolitik çağda yaşamın kesintisiz olarak devam ettiği saptanmıştır. Apsarı/Çatalsu köyündeki Güvercin Kayası höyüğünde,(M.Ö 5200-4800) İstanbul Üniversitesi ve Aksaray Müzesi ile birlikte yapılan kazılarda bu dönem özelliklerini yansıtan mimari ve küçük buluntular Aksaray da ki Kalkolitik yaşam hakkında önemli sayılacak bilgilere ulaşmamızı sağlamıştır. Kendine has çanak çömleği ile Güzelyurt/Gelveri Yüksek Kilise kalkolitik dönemde bölgemiz ve diğer bölgelere etkisi bakımından çok önemli bir yerleşme olarak bilim aleminde ki yerini almıştır. Bu iki yerleşme dışında yörede yapılan yüzey araştırmalarında çok sayıda höyükte kalkolitik Çağ karakteristiğini yansıtan buluntulara rastlanılmıştır.
ESKİ TUNÇ ÇAĞI (İLK TUNÇ ÇAĞI)
M.Ö.IV. binin sonu ve III. binin başlarında Anadolu'da bakır ve kalay karıştırılarak tuncun elde edilmesi, bunun silah yapımında kullanılmasıyla Anadolu insanı "Tunç Çağı"na girmiştir. İnsanoğlu çok önemli bu alaşımla silah, kap-kacak ve süs eşyaları üretmeyi başarmış; bakır, altın, gümüş gibi asıl ve asıl olmayan madenleri de dövme tekniği ile işleyerek, dinsel amaçlı veya günlük ihtiyaçlarına cevap veren objeler üretmiştir.
Aksaray İli Yeşilova Kasabası bulunan ve 1962 yılından bu yana arkeolojik kazıları yapılan Acemhöyük Ören yerinden çıkarılan Eski Tunç Çağı buluntuları bu gün Niğde Müzesinde sergilenmektedir. Bugüne kadar yapılan kazılarda Acemhöyük’ün M.Ö III. bin yani Eski Tunç Çağı yerleşimlerinde konutların dikdörtgen ya da yamuk planlı kerpiç yapılardan oluştuğunu göstermiştir. Bu dönemde ölüler bir yandan yerleşim yeri dışındaki mezarlıklara toprak ve küp mezarlara gömülmüştür. Ölülerin yanına yüzük, bilezik, küpe, kolye gibi süs eşyaları ve bazı kaplar hediye olarak bırakılmıştır. Bunların yanında taş, kemik ve çeşitli metallerden yapılmış takılar, silahlar ve günlük işlerde kullanılan eşyalar ele geçirilmiştir.
Bilim adamlarınca yapılan yüzey araştırmalarında İlimizde bulunan höyüklerden toplanan çok sayıda Eski Tunç Çağı malzemesi ile vatandaşlarca bulunarak Aksaray Müzesine getirilen Eski Tunç Çağına ait buluntularda Aksaray da bu dönemin yoğun ve kesintisiz olarak yaşandığını göstermesi bakımından önem taşımaktadır.
AKSARAY ADI NEREDEN GELMiŞTiR?
Tarihte kurulan her köyün, her şehrin adının ister gerçek olsun, ister rivayet, isterse efsane bir hikayesi vardır. Aksaray'ın da adı hakkında bir çok rivayet, bir çok efsane anlatılır. Aksaray’ın adının ilk olarak I. Hattuşili ye ait eski Hitit metinlerinde geçen “Nenessa (Nenossos) olduğu sanılmaktadır.M.Ö. 718 yılında Yeni Asur kralı II.Sargon vergi vermeyi durduran ve Muşkili Mita (Frig kralı Midas) ile Kargamış Kralı Pisiris ile işbirliğine giren Şinukhtulu Kiaki’ye karşı Tabal seferi başlatmıştır. Aksaray İli yakınlarında olduğu düşünülen bu kentin adı, eski Asur metinlerinde Şinakhatum olarak geçmektedir.Sefer sonucunda Kiakki’nin egemenliği sona ermiş. Şinukhtu kenti Atunalı Kurti’nin yönetimine bırakılmıştır. Aksaray Merkezinde bulunan Hitit hiyeroğlifli stelde adeta Aksaray’ın Geç Hitit dönemindeki Şinukhtu kenti olduğuna desteklemektedir
Persler bölgeyi işgal ettiklerinde “Güzel atlar ülkesi” manasına gelen “CAPPADOCIA” adını bu bölgeye vermişlerdir. “Garsaura” olarak bilinen Aksaray’a M.Ö. 42’de son Kapadokya Kralı Archelaos kendi adına atfen “Kolonea-Archelais” adını vermiştir. Orta Çağlarda, Bizans Döneminde bu adın “Taxara” şeklinde değiştiği izlenir. En eski Selçuknamelerde “Aksera, Aksara” sözcükleri kentin adı olarak kullanılmıştır. Aksaray’da büyük evliyalar yetişmesinden dolayı bir adı da “Dar-i Süleha” dır. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde bu kenti, “Piga Helena” olarak nitelemiştir.
“Aksaray” adına dair rivayetler şöyledir;
Dar-üs-Zafer
Haçlı seferleri sırasında II. Kılıçarslan başkent Konya dışında askeri bir üs kurmayı düşünür. Bunun için de günümüzdeki Aksaray'ı seçer. Şehri sağlam surlarla, medrese, cami, hastane, bedesten vb. kamu yapılarıyla süsler. Her zafer dönüşünde Aksaray'a uğrar, şenlikleri burada başlatır. Şehire de”Zafer Yurdu” manasında “DAR - ÜS – ZAFER” adını verir.
Dar-üs-Süleha
Kılıçarslan burayı o kadar çok sevmektedir ki, kötü niyetli kişilerin bu kente giremeyeceğine dair bir ferman Çıkartır. Suç işleyenin hemen başı vurulacaktır. Evliya Çelebilnin anlattığına göre bu amaçla sarayın giriş kapısının iki yanına tunçtan iki aslan heykeli yaptırır. Bunlar şehre gözcülük eder, kötü niyetli kişiler kente girdiklerinde aslanlar ağızlarından çıkardıkları alevlerle onları yakar, kül ederler. Bu yüzden iyilerin, doğruların, salihlerin yaşadığı Aksaray'a "iyilerin yurdu", "Salihlerin yurdu" anlamına gelen "DAR - ÜS - SÜLEHA" adı verilmiştir.
Ah Saray - Aksaray
Bir zamanlar Selçuklu sultanlarından birinin çok sevdiği kızı hastaIanır. Ülkenin tüm hekimleri saraya çağırılır, ama hastalığın sebebi anlaşılamaz. Kızın “Ah Saray” iniltileri odalarda yankılanmaktadır. o sırada saraya derviş kılıklı bir adam gelir. Sultan‘dan izin alıp hastayı görür, konuşturur, nabzını dinler.Sevda kelimeleri geçtikçe kızın nabzının hızlandığını görür. Kızın kime sevdalı olduğunu, onun nerede yaşadığını öğrenir.Kız saraydan kurtulup sevdiğine kavuşamayacağını düşündükçe “Ah Saray” diye inlemektedir. Derviş, sultanın huzuruna çıkar. Sultana:
- Sultanım gözdenizin kurtulmasını ister misiniz? diye sorar. Sultan:
- "Evet, onun yaşaması, benim yaşamamdır," der. Derviş öğrendiklerini Sultana anlatır, hastalığın dermanının iki sevdalının evlendirilmesi olduğunu söyler.
Rivayetlere göre delikanlıyı buldurtur, getirtir. Düğün, dernek kurulur. Bundan sonra “Ah Saray” iniltileri “AKSARAY"a dönüşür.